Ülkemizde, son yıllarda artan kadına yönelik şiddet olayları, bir kez daha gözlerimizi bu acı gerçeğe çevirdi. 2024 yılı itibarıyla, 394 kadının öldürülmesi, toplumsal bir utanç kaynağı olarak karşımızda duruyor. Bu cinayetlerin her biri yalnızca bir istatistik değil; arka planda yatan travmalar, yaşanmışlıklar ve acılarla dolu birer hikaye. Kadın cinayetleri, yalnızca bireyler için değil, toplumsal bir sorun olarak toplumumuzun derin yaralarına dönüşmüştür. Peki, bu cinayetlerin sebepleri nelerdir? Toplum olarak neleri değiştirmemiz gerekiyor?
2024'te yaşanan 394 kadın cinayetinin ardında yatan sebepler oldukça karmaşık ve katmanlı. Toplumumuzda kabul gören ataerkil normlar, kadına yönelik şiddeti normalleştirerek şiddet uygulayanların cesaret bulmasına neden oluyor. Özellikle ekonomik, sosyal ve kültürel faktörler, kadın cinayetlerinin temelinde yatan unsurlar arasında yer alıyor. Kadınların iş gücüne katılım oranlarının düşüklüğü ve sosyal güvenliklerinin yetersiz oluşu, birçok kadının şiddeti kabullenerek yaşamını sürdürmesine yol açıyor. Ayrıca, eğitim seviyesinin düşüklüğü, toplumsal cinsiyet eşitsizliği gibi faktörler, bu sorunun kaynağını derinleştiriyor.
Hükümetin kadın cinayetlerine karşı aldığı önlemler, maalesef sık sık tartışmalara sebep oluyor. 6284 sayılı Aile İçinde Şiddetin Önlenmesi ve Korunmasına Dair Kanun, birçok kadının korunmasını sağlasa da, uygulamada yaşanan aksaklıklar ve yetersizlikler, bu yasaların etkisini azaltıyor. Kadınları korumak için gerekli adımların atılmaması, sosyal medya ve sivil toplum kuruluşlarının tepkisini de beraberinde getiriyor. Aktivistler, yaşanan her bir cinayet sonrası, adaletin sağlanmasını talep ediyor ve yasaların etkin bir şekilde uygulanmasını istiyor.
Ancak, toplumsal farkındalık yaratmak, sadece yasalar ile mümkün değil. Aile içindeki şiddet kültürünün sona ermesi, eğitim sisteminin bu konuda topyekûn yeniden yapılandırılmasını gerektiriyor. Çocukların küçük yaşlarından itibaren empati kurmayı öğrenmeleri, şiddetin meşrulaştırılmadığı bir nesil yetiştirilmesi açısından büyük önem taşıyor. Medya, toplumsal cinsiyet eşitliği konusuna daha duyarlı olmalı; haberlerde kullanılan dil ve yöntemler, kadın cinayetlerinin normalleşmesini önlemek adına son derece önemli bir faktördür.
Sonuç olarak, 2024 yılında 394 kadının öldürülmesi, sadece bir istatistik değil; aynı zamanda bir toplumsal çağrıdır. İsimleri farklı, kaderleri aynı olan bu kadınların hikayelerini unutmamak ve unutturmamak gerekiyor. Her bir kayıp, yaşam dolu bir geleceğin sona ermesi demektir. Şiddete karşı toplumsal bir mobilizasyon başlatmamak; adaletin sağlanması ve kadınların güvende olduğu bir toplum oluşturmak hepimizin görevi. Gelecek nesillere daha adil, eşit ve şiddetsiz bir dünya bırakmak için var gücümüzle mücadele etmeliyiz. Unutmayalım; her bir kadın, yaşam hakkına sahip çıkılmazsa, toplum olarak kaybetmeye devam ederiz.